1 Mayıs 2017, Pazartesi 16:13
Şu dönemde, her politik insan gibi, yazılarım ağırlıklı olarak şu -sözde- referandum sonucu ile alakalı olacak. Pazar akşamı çıkan sonuç sonrası kimimiz şoka uğradı, kimimiz öfkelendi, kimimiz umutsuzluğa düştü, kimimiz de "Belliydi zaten böyle olacağı." deyip boş vermiş gözüktü. Şahsen ben de nazaran öfke duyanların arasındayım fakat söylemeliyim ki malum tarafın bu seçimde de hile hurdaya başvuracağı zaten hepimizin öngörüsüydü. 16 Nisan akşamı da bu malum tarafın bütün olayı oldu bittiye getirip kendilerini galip çıkarma mücadelesini izledik ekranlarda.
Çoğunun suratındaki ifade zafer kazanmış politikacıdan ziyade ev sahibinden kıl payı kurtulmuş hırsıza benziyordu ya! Daha önce de sıkça bahsetmiş olduğum kutuplaşma ise referandum sonrasında da tabii ki devam etmektedir. Buna bağlı olarak içerisinde olduğumuz kutbu örmek görevi de hala mevcuttur. Olaya gerçekçi yaklaşmak gerekirse, -AKP ve MHP'nin verdiği fireleri de düştüğümüzde- Hayır kutbunun bileşenlerinin birbirine çok da yakın olmadığını görürüz. Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, sosyalistler, feministler, LGBTİ üyeleri, geri kalan radikal sol vs.
Her ne kadar hepsinin "laiklik, ilericilik, eşitlik" gibi ortak paydaları olsa da bütün bunların bir arada omuz omuza durması çok kolay değildir. Fakat gelin görün ki bir "zorunluluk"tur. Zira olur da bir arada duramazsak ve önümüzdeki üç sene içinde saray çetesinin istediğini yapmasına izin verirsek, işte o zaman enseyi karartmak için geçerli sebepler olacaktır.
Sonuç olarak, 1 Mayıs da yaklaşırken hatırlatalım; siyaset sahnesi yalnız sandık ve meclis değildir, sandık başında hayır vermiş olmaktan ziyade bu oyu her alanda koruma potansiyeline sahip nereden baksanız bir yüzde otuzluk kesim mevcuttur. Bu kesim içindeki bizlere düşen yegane görev de gücümüzü bilmek, kenetlenmek ve asıl sahipleri olduğumuz sokakları bırakmamaktır